İnanç;kişiye,nesneye,olaya ,görüşe yada öğretiye duyulan
bağlılıktır.İnanç kişinin sahip olduğu bilgi birikimi doğrultusunda mevzu bahis
durum hakkında olan görüşünü ifade eder,inanç kesin bilgiye dayanmayan
boşlukların kişisel beklentiye dayalı olarak gerçekleşmesi en yüksek olasılık
ile doldurulmasıdır.Basit bir ifade ile yazı mı?tura mı? sorusunda sonuç
hakkında kesin bilgiye sahip olmayan kişi ,sözkonusu boşluğu kişisel görüşü/beklentisi
ile doldurarak tahminini yani inancını ortaya koyar.En ilkel toplumlardan bu
yana insan bilinmezlik karşısında iki seçenekten birine yönelmektedir,bilinmezi
araştırarak ,inceleyerek,mantıksal açıdan değerlendirerek genel geçer gözlenebilir,
sınanabilir , ispatlanabilir çözümler yada açıklamalar oluşturmak yada boşluğu
kanıta,mantığa ve gerçeğe dayanmayan bir önerme ile doldurmaya çalışmak.Birinci
seçenek doğanın işleyişini açıklamaya ve bu bağlamda elde ettiği verileri karşılaştığı
sorunların çözümünde kullanan bilimi,ikinci seçenek karşılaştığı sorunlar
karşısında hiçbirşey yapmayan aksi ispat edilemeyen ve asla sınanamayan inancı
tanımlar.
İnanç olasılıksal olması sebebi ile kronik biçimde şüphe
içermektedir,uygulamalarının nesnel sonuçlar doğurmaması sebebi ile de sorunlar
karşısında maddi değil manevi bir tatmin duygusuna ulaşılmasını
sağlamaktadır.Bugün inanç sistemlerinin uygulamalarına bakıldığında açlık,ahlaksızlık,çevre
kirliliği,savaş gibi insanlığın sorunları karşısında nesnel sonuçları olmayan
ritüeller ile çözüm aradıkları ve bulamadıkları görülür:Afrika kıtasında
yüzyıllardır süren açlık felaketi karşısında dua eden milyonlarca hatta
milyarlarca müslümanın ,hristiyanın,hindunun yada musevinin elde ettiği tek şey
vardır:koca bir hiç.Bugün inanç sistemlerinin aktif olduğu ve toplum yapılarını
inançları üzerine kuran ülkelerin durumuna bakıldığında açlık,sefalet ve
yoksulluk içindeki insanların sorunlarının çözümünü dualarda aradığı toplumun
zengin kesimlerinin de bu yoksul ve aç insanlar için dua ettikleri ancak
yaratıcının buna hiçbir cevap vermediği görülmektedir.Yüzyıllardır savaşlarla
harap olmuş ve Müslüman nüfusun %90’lara
bulunduğu coğrafyada yaratıcının verdiği emirlerin sıkı biçimde uygulandığı
görülsede yaratıcı inancı bulunmayan Japon toplumunun insani ,kültürel ve
bilimsel gelişmişliğinin yanına bile yaklaşamadığı görülmektedir.
İslamın temelini oluşturan olgu ise kişisel tahmine dayalı ve
mutlak bir şüphe içeren inanç değil,kesin bir bilgiye ve şüphe içermeyen bir
güvene dayanan ‘’iman’dır.İman ,Allah’ın varlığını sahip olduğu kesin deliller
sayesinde bilmeyi,Melekleri(Allah’ın güçlerini) çevresindeki dünyayı
inceleyerek tanımayı,Kitaplarını okuyarak inceleyerek akıl süzgecinden geçirerek
doğru bir biçimde anlamış uygulamalarını hayata geçirmeyi,Resullerinin
getirdiği mesajın kendisi için olan öneminin farkındalığına ermeyi ve Ahiret
zamanının geleceğini bilerek yaptığı her şeyin bir sonucu olduğunu ,bu
sonuçların karşılığını birgün göreceğini göz önüne alarak yaşamayı ifade
eder.Bu nedenle iman eden güvenen kişi şüphe duymaz ,gerçek olamayan kanıta
dayanmayan şeylerin peşinden gitmez,bireysellikten kurtulması sebebi ile içinde
yaşadığı toplum için kamu yararı için hareket eder,çünkü toplumsal anlamda
mutlu olamadığı sürece bireysel anlamda da bir mutluluğa ve huzura
ulaşılamayacağı aşikardır.İnananların samimiyetsizliği ve ikiyüzlülüklerine
karşın iman edenler samimi ve istikrarlıdırlar.
İşte İslamın temeli boş ve batıla dayanan inanca değil kesin
bir bilgi üzerine temellenen imana(güvene) dayanmaktadır..
Yorumlar
Yorum Gönder