Ana içeriğe atla

DİN MASKESİ TAKAN BİR HANEDAN SULTASI;OSMANLI İMPARATORLUĞU

''Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır''...NUR 42







Kanı ''Kutsal sayılan'' bir hanedan soyu...

İşgal ettiği topraklarda yaşayanları ''Köle'' sayan bir devlet anlayışı...

Hiçbir insani ve islami temelle dayanmayan ''İşgaller''...

Haremlere Cariye yapılan kadınlar ;Savaş meydanlarında ,ölüme gönderilmek için ailelerinden koparılan çocuklar...

Vergilerle sömürülen,Cehaletle korkutulmuş ,mezheplere bölünmüş bir halk...


Osmanlı kabusu 1300'lü yıllarda Kuzey Batı Anadolu'da başlamıştır,Moğol tehlikesi nedeni ile Batıya doğru kaçmak zorunda kalan Kayılar ''Haçlı seferleri '' sebebi ile otorite ve yönetim boşluğunun bulunduğu Anadolu yarım adasına sığındılar.Doğu Roma ,batıdan gelen akınlar sebebi ile artık otoritesini kaybetmiş ve bir şehir devleti haline dönüşmüş,Anadolu Selçuklu devleti yıkılma aşamasına gelmişti.Kayı boyundan olan Osmanlılar kısa zamanda bu otorite boşluğundan faydalanarak topraklarını genişletmeye başlamışlardır.

İlk genişleme dönemi Timur imparatorluğu ile yapılan Ankara savaşına(1402) kadar devam etti,Fetret devri,taht kavgaları ve isyanlar ile belirsizliğin hakim olduğu bu dönem İstanbul'un işgaline kadar devam etti.İstanbul'un işgali ile başlayan dönem ''Yüce Osmanlı Devletinin'' tüm karakteristik özelliklerinin ortaya çıktığı dönem olacaktır.

İşgalden hemen önce tahta çıkan II. Mehmet ''Fatih Kanunnamesi '' ile saltanatın devamlılığını sağlamak için yüzyıllardır Osmanlıda bir gelenek olan ''Kardeş katlini'' resmi hale getirmiş ve kanunlaştırmıştır.


''Ve her kimseye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların Nizâm-ı Âlem için katl eylemek münasiptir. Ekser ûlema dahi tecviz etmiştir. Anınla amil olalar.''

Sözkonusu madde uyarınca tahta çıkan kişi Osmanlı'nın düzeni için kardeşlerini öldürme yetkisine resmen sahip olmuştur.Fatih bunun en önemli örneklerinden birini yerine getirerek Hatice sultandan olma kardeşi Ahmet'i kundağında boğdurmuştur.

Bu kanunun en temel sebebi Eski Türk geleneklerinden kaynaklı Kutsal Kan inancıydı;

''Gerek eski Türk ananesinde ve gerekse İslâm'dan sonraki dönemde devlet, hükümdar ailesinin ve hanedanın müşterek malı sayılırdı. Nitekim İslâmiyet'ten önce Türkler, kendilerinin dünyayı idare etmekle görevli olduklarına inanırlardı. Yaradan bu görevi onlara bahşetmişti. Kağanların yaptıkları işlerin Cenab-ı Hakk'ın iradesiyle olduğu Orhun Abideleri ile de sabittir. Dolayısıyla Türkler, onların hükümdar ailesinden olan kimseleri idam ederken kanlarını akıtmıyorlar, yay kirişiyle boğuyorlardı. Zira onların kanları kutsal biliniyordu.''Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil


Kutsal kan akıtılamazdı ,bu sebeple şehzadeler yada Osmanlı hanedan üyeleri boğularak infaz edilebilirdi.bkz Şehzade Mustafa

Yaratıcının kendilerine Hükmetme yetkisi verdiğine inanan Osmalı soyu,sınır tanımaz bir mülkiyetçilik anlayışı ile hareket etmekteydi.İşgal ettikleri topraklar ve bu topraklar üzerinde yaşayan her insan Kutsal kan inancına göre ''Hükümdar ailesinin malı'' sayılmaktaydı.


Gerçekleştirilen İşgallerin ardından vergi ödemek ve asker yetiştirme karşılığı olarak topraklar Sipahiye adı verilen ''derebeyine''devredilirdi.Toprağın üzerinde yaşayan köylü toprağa bağlı köle durumundaydı ve araziden ayrılmak isterse  bunun için özgürlüğünü satın alması ,sipahiye tazminat (çift bozan akçesi) ödemesi gerekirdi.

İşgal edilen toprakların halkıda hanedan malı sayılırdı,Devşirme Sistemi ile yaşları 6 ila 15 arasında değişen çocuklar ailelerinden alınarak,katıksız bir itaat olgusu ile yetiştirilecekleri bir eğitimden geçirilirlerdi.Padişahın ''Kulu/Kölesi'' olarak kabul edilen bu kişiler yeteneklerine göre çeşitli alanlarda eğitim alırlardı.Özgürlükleri kısıtlıydı,yaşamaları ve ölmeleri padişahın keyfiyetine bırakılmıştı.Kendilerine tahsis edilen yerler dışında yaşayamazlar,istedikleri yere gidemezler ve evlenemezlerdi.Sadece padişahlarına hizmet ettikleri sürece yaşamalarının bir anlamı vardı.

Harem

İşgal edilen bölgelerdeki kadınlar içinde değişen çok fazla  birşey yoktu,işgalin edilen bölgelerden alınan kız çocukları hanedan soyunun haremlerini süslemek için köle tacirleri tarafından ,ülkedeki ayrıcalıklı zümrenin haremlerine satılırdı.

Osmanlıda halk iki gruba ayrılırdı,Asker ve reaya hepsi ''Allah'ın yeryüzündeki gölgesine'' hizmet etmekle görevliydi.Tek önemli olan şey ''Yüce Osmanlı Devletinin payidar kalması''ydı.Devletin  tüm  imkanları  yönetici sınıf  için kullanılmaktaydı,eğitimden,sağlığa,mimariden,ulaşıma amaç yönetici sınıfın ihtiyaçlarının karşılanmasıydı.Okur yazarlık oranı gayri müslim halk hariç tutulduğunda %10'ların altında kalmaktaydı.Gelir kaynaklarının tamamı  seçkin sınıfın elindeydi,halk ancak kamu arazilerinde işçi/toprağa bağlı köle olarak çalışabilmekte ürettiğinin büyük bölümünü devlete vergi olarak ödemekteydi.Gelir dağlımındaki adaletsizlik hat safadaydı.



Osmanlı hukukunun temeli ''Padişahın çıkardığı'' kanunlara dayanmaktaydı,Halkın hak ve adalet için gidebileceği tek yer ''Allah'ın yeryüzündeki gölgesine'' bağlı çalışan Kadıllık teşkilatıydı.

İslam dinini temel aldığı idaasını öne süren Osmanlı hanedanının hiçbir fiili Kuran'ı kerime dayanamamaktaydı.Allah'ın mülkü ,hanedana ait kabul edilmekteydi.Şura ve danışma ile alınması gereken kararlar Mutlak Monarşik bir yapı içinde hanedan soyu tarafından alınırdı.İşgallerin ve işgal edilen bölgelerdeki halkın köleleştirilmesinin hiçbir İslami yada Kurani tarafı bulunmamaktaydı.Allah'ın kılıcı ,Allahın gölgesi gibi sıfatlarla insanları kendi kulu kabul eden bir anlayış hiçbir şekilde İslami olarak kabul edilemezdi.

Osmanlı'nın bu şaşalı devlet yapısı 18. yy kadar devam etti,İşgal edilen topraklardaki tüm kaynaklar ülkenin kalkınması yerine ;Hanedanın şatafatlı saltanatına yatırıldı.Avrupa sanayi ve teknolojiye yatırım yaparken Osmanlı Padişahları ve hanedan soyu kendi adlarına camiler,hanlar hamamlar yaptırmak ile meşguldü.Devletlerinin gücünü halkının gelişmişlik ve refahı ile değil inşaa ettikleri sarayların büyüklüğü ve ihtişamı ile göstermenin peşine düşmüşlerdi.

18.yy da Osmanlı Hanedanı'nın bu 600 yılı aşkın adeta bir sülüğü andırır,saltanatı ortaya çıkan milliyetçilik akımları ile sarsılmaya başladı,topraklarında yaşayan halka hüküm sürdüğü yüzlerce yılda aidiyet bilinci kazandırmak için hiçbirşey yapmayan sadece onları kendine hizmet eden köleler olarak gören Osmanlı'nın sarsılmaz mülkü yavaş yavaş parçalanmaya başladı.

Cehaletini lüks ve ihtişamı ile kapatmak isteyen Osmanlı, Avrupanın teknolojik gelişimi karşısında ,sadece bir hammadde kaynağına dönüşmüştü.Hiçbirşey üretememesi sebebi ile Avrupa'da gelişen sanayiye ucuza hammadde temin ediyor çok yüksek fiyatlara mamul maddeler ithal etmek zorunda kalıyordu.Gerileme dönemi ile duran işgaller ve toprak kayıpları ;geliri tarımsal üretime dayalı Osmanlı'yı ekonomik açıdan güçsüz bir hale getiriyordu.Toprak kayıpları ile birlikte Ordu teşkilatı'da iyice zayıflamıştı.Özel mülkiyetin yaygınlaşması ile Tımar sistemi bozuldu,Kapıkulu bir siyasi güç olarak ortaya çıkınca Yeniçeri ocağının dağıtılması gerekliliği ortaya çıktı.Osmanlı kendi evlatlarını top gülleleri ile parçalatmak zorunda kalmış,ormanlık alanda diri diri yanmalarını izlemişti.bkz Vakayı Hayriye

Şaşalı hayatı devam eden Osmalı, gerek cari açığın gerek gelir kaynaklarının kaybetmenin etkisi ile 19.yy da artık Borç batağında çırpınan bir devletti ,Milliyetçilik akımları ile parçalanma aşamasına gelmişti.Osmanlı hanedanı ''Yaratıcıdan aldığı gücünü'' artık yitirmiş,İnsanların aslında onların kulu olmadığını çok acı tecrübeler ile öğrenmişti.



1.Dünya savaşında alınan ağır yenilginin ardından bir süre daha Saltanatın devamı umutlarını taşıyan Osmanlı hanedanı 17 Kasım 1922 Günü Son ihtişam yuvaları olan Dolmabahçe'den bir gemiye binerek Malta adasına kaçtı.Selçuklu devlet anlayışının temelleri üzerinde yükselen belirli bir zümrenin hegamonyasına dayanan ve yaklaşık 600 yıl hüküm sürdürdüğü topraklardaki halkı sınırsızca sömüren ''Osmanlı hanedanı'' kabusu böylece nihayete ermiş oldu.



Bugün ,1923 yılında bir grup insanın özverisi ve büyük çabaları ile kurduğu Türkiye Cumhuriyeti devleti'nde yaşayıp Osmanlı İmparatorluğunun tebaası olmaya özlem duyanların ,Padişahın Kulu olma hayali ile yaşayanların tam anlamı ile bir şuursuzluğun ve cehaletin timsali durumundadırlar.Herbiri saltanatı uğruna kardeşini katletmekten çekinmeyen kişileri kendilerine ''Ata'' olarak benimsemektedirler,Fatih dedikleri adam daha önce haçlı orduları tarafından defalarca işgal edilmiş bir şehri yeniden  işgal etmekten başka hiçbirşey yapmamıştır,surları yıkan topları dökenler tıpkı bugünde tüm teknolojmizi bize sağlayanlar gibi gayrimüslimlerdir.Osmanlı'dan kalanlar medreselerden,külliyelerden,türbelerden,camilerden ve sadece Osmanlı hanedanının kullanımına açık saraylardan ibarettir.Bilim,sanat ve teknoloji alanında hiçbir miras kalmamıştır.Aksine bilim,sanat ve teknolojiye ait eserler bizzat Osmanlı tarafından tahrip edilmiştir.Osmanlı'nın 600 yıl egemen olduğu toprakların bugünkü durumuna bakıldığında bıraktığı eşsiz miras ortadadır,mezhepleşme ,ırkçılık hat safadadır.2 Büyük dünya savaşı geçiren avrupa başkentleri ile Fatih'in feth ettiği 'istanbul'un bugünkü durumuna bakıldığında  bile ''Osmanlıdan kalanın'' ne olduğu açıkça görülebilmektedir.Osmanlıdan kalan en büyük iki miras ümmetçilik ve cehalettir.Bugün bile kitleler ''Kul'' olacakları onların yerine düşünecek onların yerine karar verecek onları güdecek sahipler aramaktadırlar.Toplumsal bir gelenek haline gelmiş olan cehalet bugün sokaklarda dolaşan amaçsız ve fikirsiz sürünün atalarından onlara miras kalmıştır.

Dolmabahçe sarayı

Osmanlı hanedanı varolduğu topraklardaki halkın kanını ''sülük misali'' emen bir oluşumdu,sülük ömrünü tamamlamış ve yok olup gitmiştir.Bu topraklarda yaşayan insanların ihtiyacı olan şey kulluk edecekleri ve gücünü saraylarının ihtişamı ile gösterecek bir hanedan ailesi değil ,Vatandaşlık bağı ile bağlı oldukları,varlığının kaynağı ilahi güçlere yada kutsal kana dayanmayan vatandaşlarının katılımına dayanan ,insanların ''kul''' değil ''eşit''' olduğu ''hukuk kuralları'' ve ''insan hakları çerçevesinde''' üzerinde yaşayan ve yaşamayan insanların refahı için varolan bir ''Devlet''tir.Ne bu topraklarda yaşayanların nede dünyanın geri kalanının Osmanlı gibi yeni bir kan emiciye tahammülü artık yoktur.



















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SURYA NAMASKARA (GÜNEŞİ SELAMLAMA) –Hinduizm / NAMAZ(ATEŞİ SELAMLAMA) -Meccusilik-

‘’Kime secde(itaat) ettiğini bilmemek’’ ‘’ Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş ’’NELM 24 Güneş ,dünyadaki canlılık ile olan doğrudan ilişkileri sebebi ile ‘’insan ‘’denen varlığın çevresindeki nesnelere anlamlar yüklemeye başlamasından ve aralarındaki ilişkileri çözümlemesinden itibaren önemli bir varlık konumuna gelmiştir.Avcılık ve Tarıma dayalı toplumlarda doğanın canlanma ve ölme zamanları mevcut hayvan popilasyonunu ve hasat evrelerini doğrudan etkilemesi ,sözkonusu durumların ise doğrudan ‘’Güneş’’ ile olan bağlantısı gerek avcı gerekse tarım toplumlarının güneş ile yakın bir ilişki içinde olmasını sağlamıştır.Doğadaki sebep-sonuç ilişkisinin farkında olan ancak yetesiz bilimsel anlamda gelişmemişliği nedeni ile bu durumlara mantıklı bir açıklama getiremeyen insan zaman içinde rasyonel olarak cevap veremediği sorulara irasyonel cevaplar bularak manevi açıda

SALAT ,İKAME-İ SALAT & İNFAK

‘’Malları ve canları ile Allah yolunda mücadele edenler; işte onlar, onlar sadıklardır.’’ Hucurat 15 Allah katında din(yaşam sistemi) ‘’Allah katında din, ancak İslâm dinidir.’’Ali İmran 19 ;Din insanın ve bununla bağlantılı olarak insanın içinde yaşadığı toplum tarafından uygulanan yaşam sistemidir,zaman içinde oluşturulmuş değerler ile belirlenen sosyo-ekonomik yapıdır.Bu sosyo ekonomik yapı toplum tarafından oluşturulan normlarla kontrol edilmekte devamlılığı sağlanmaktadır.Bugün temelinde ‘’özel mülkiyet’’ bulunan sosyo-ekonomik yapı, insanlığın dinini(yaşam sistemini) oluşturmaktadır,sahip olduğu güç ile doğru orantılı olarak özel mülkiyet hakkını pekiştiren mekanizmalar oluşmakta bu hakkın ‘’likit bir halde’’ hareketini sağlayan ‘’parasal sistem’’ sayesinde insanların emeklerinin amacı özel mülkiyetini daha çok arttırmak olmaktadır.İnsanlar tarafından oluşturulan devletlerin temeli ‘’özel mülkiyetin güvenliğinin ve meşruiyetinin’’ sağlanması haline gelmiştir.Milyonla

PUT

" Siz kendi elleriniz ile yontuğunuz seylere mi ibadet ediyorsunuz ?" SÂFFÂT 95 Put,yada TDK'nın ifadesi ile fetiş, ilkel toplumlarda doğaüstü güç ve etkisi bulunduğuna inanılan canlı yada cansız nesne olarak tanımlanmaktadır,sözkonusu tanım güncel bir hale sokulmak istendiğinde ise kişinin görüşleri yada inançları sebebi ile tek taraflı duygusal bir bağ oluşturduğu kendisinde ki  belirli ruhsal durumları tetikleyen yada aşırı duygu yoğunluğuna sebep olan canlı yada cansız nesne şeklinde ifade etmek mümkündür. İbadet yada tapınma ,günümüzde tanım olarak belirli ritüellerin yerine getirilmesi gibi dar bir alana sıkıştırılsada genel bir ifade ile inancın ve bağımlılığın gösterilmesi amacı ile çeşitli eylemlerin ortaya konulmasıdır. Bugün "put" denildiğinde ilk akla gelen şey taştan yada başka bir metaryelden oluşturulmuş "dinsel anlam" taşıdığına inanılan ve genellikle insansı görünüşe ait çeşitli referanslar içeren heykeller yada heykelcikerdi